17 Ocak 2008 Perşembe

mi ?

vay vay vay ... Aferin şu karıncaya Yarı ölmüş bir sineği yakalamış götürüyor. Götür yiğidim, götür ! Sineğin karşı koyuşuna aldırma.

Bir hayvan olman sıfatıyla bütün acıma duygularını ayakların altına alabilirsin. Sen, isteyerek hüsrana uğrayan insanoğullarına benzemezsin...
Hakiki insan kendisi üzerinde düşünülecek herhangi bir şey olmayan, sözünü dinleten veyahut kendisinden nefret edilendir... mi ?
son olarak ağacın dalından bir kuru yaprak koptu, bak bak yere düşüyor. Yaprağın bu düşüşü kelebeklerin uçuşunu ne kadar da benziyor... Tuhaf değil mi ? En hazin ve ölü bir şey en canlı ve mutluluk saçan bir varlığa ne kadar da benziyor....

3 Ocak 2008 Perşembe

ve Taciz


Yargıtay 5. Ceza Dairesi eski üyesi İsmail Malkoç, yılbaşı gecesi Taksim Meydanı'nda yaşanan olayların 'cinsel taciz' olarak değerlendirilmesinin yanlış olduğuna dikkat çekerek, "Yaşanan olaylar cinsel taciz olayı değil, cinsel saldırı suçunu oluşturur. Çünkü, yasalara göre el değmişse cinsel saldırı suçu oluşur" diye konuştu.

Malkoç, yaşanan olaylar sonrası zanlıların, Kabahatler Kanunu'na göre idari para cezası ile cezalandırılmasını da yorumladı. Malkoç, cinsel saldırıya maruz kalan Avusturyalı Mandi Keighran'ın şikayetçi olması halinde zanlıların en az 4 yıl hapis cezası ile cezalandırılabileceğini kaydetti.

Sarhoş olup etrafı rahatsız etmenin ayrı bir suç, cinsel saldırının ise ayrı bir suç olarak değerlendirileceğini kaydeden Malkoç, Türk Ceza Kanunu'nun 102. maddesinin 1. fıkrasına göre cinsel saldırı suçunu işleyenlerin 2 yıldan 7 yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılabileceğini kaydetti.

Zanlıların, utanmaz, arlanmaz ve cüretkar bir şekilde tüm kameraların gözü önünde turistlere cinsel saldırı suçunu işlemesinin verilecek cezayı da artıracağını belirten Malkoç, "Hakim, tüm bu unsurları göz önüne alarak zanlılara verilecek cezayı alt sınırın üstünde tutabilirdi. Bu adamların utanmaz ve cüretkar olmasını gerekçe yapar, 4 yıl yatırırdım. Herkesin ortasında suçun işlenmiş olmasını da cezayı artırım sebebi sayardım"

'BIYIK BÜKMEK, GÖZ SÜZMEK TACİZDİR, ELLE DOKUNMAK CİNSEL SALDIRIDIR'

Zanlıların 'cinsel saldırı' suçunu işledikleri gerekçesiyle arıgılanabilmelerinin ön koşulunun 'Şikayet' olduğunu vurgulayan Malkoç şunları söyledi:

"Mağdurun bedenine temas varsa bu cinsel saldırıdır. Cinsel taciz ya sözle olur, ya da hareketleriyle olur. Bıyık bükmek ve göz süzmek cinsel tacizdir. Anadolu da birisi bir kadına 'ne kadar güzelsin' derse cinayet çıkar. Ortamına göre cinsel taciz suçu değişir."

Osmanlı kara bir bulut mu?



Bir insanın çirkin olmadığını söylemek, o insan güzel anlamına gelmez. Biz de " Vahdettin hain değildi" diye yazarken, elbette "kusursuzdu " demek istemedik. Tekrarlayalım...1. Dünya Savaşı, uğradığımız mağlubiyetler ve Osmanlı'nın parçalanmasına yol açan Sevr anlaşması onun eseri değildi. Her hatayı, ihanet ile açıklayamayız.
Hakkında soruşturma açılan ve sonunda bir öğrenci adına öğretmeni tarafından yazıldığı belirlenen kompozisyonda neler anlatılıyordu, görebildiniz mi?
Lütfen okuyun:
"1299 yılında Söğüt ve çevresine inen küçük kara bulut, yavaş yavaş büyüdü ve tüm Balkanları sardı. Bu kara bulutun altında insanlar kendilerine olan saygılarını yitirip, bir kişi için çalıştılar. Elde ettikleri her şeyi bir haine verdiler. Sonucunda da, çoğu bu hainin emriyle öldü. İşte bu zamanlarda ne güneş doğmak, ne kuşlar ötmek, ne bulutlar dans etmek, ne de bayraklar dalgalanmak istedi. Bu kara bulut ve onun doğurdukları, 1918 yılına kadar sürdü ve 1918'den sonra yavaş yavaş dağılmaya başladı. Çünkü, gerçek parlayışını bile unutan bu güneşe yardımcı biri geldi. Bu yardımcı Mustafa Kemal'di. O, bu kara bulutları yavaş yavaş dağıtacaktı. 1. Dünya Savaşı ile başlayan çalışmalarında , o haini kaçırttı ve büyük kara bulutu da 1923 yılında 'Cumhuriyet' i ilan ederek dağıttı; hem de bir daha geri gelmemek üzere..."
Sadece Vahdettin'i değil, bütün padişahları hain, Osmanlı'yı da "kara bulut" olarak nitelendiren bir zihniyet karşısında elbette "Ecdada saygı" talep edeceğiz. Böyle öğretmenleri gördükçe, müfredatta köklü bir değişikliğe ihtiyaç olduğunu idrak ediyoruz.
İlgilisine : Şahbaba (Murat Bardakçı) ve Son Padişah Vahdettin (Yılmaz Çetiner)

Türbanda 4 misli artış!

Tarhan Erdem, "Türban takanlar 4 misli arttı" diyor. (2003'te % 3.5 idi; 2007'de % 16.2.) Asıl şoke eden ve tedirginlik yaratan sonuç bu. Hele bir de, anayasa değişikliği ile üniversitelerde başörtüsünü serbest bırakmaya hazırlananlar varsa.
Peki 2003'te türbanlıların oranı gerçekten % 3.5 miydi?
1) Bizzat Tarhan Erdem, 27 Mayıs 2003 tarihli yorumuna, "Türban takıyorlar; türban demiyorlar" başlığını atmış, türbanın anketlere bu sebebten dolayı yansımadığını açıklamıştı.
"Türban nedir? Başörtüsü nedir?" Suallere muhatap olanların, anketörün şablonuna uygun cevap vermesi kolay mı?
2) 2003'te türban takanların oranının % 3.5 olduğu iddiası, diğer araştırma sonuçlarıyla mukayese edilince inandırıcı gelmiyor. Mesela TESEV'e göre, 1999'da kadınların % 15.7'si türban takıyordu. 2006'da bu oran % 11.5'e düştü. (KONDA'nın 2003 bulgusu % 3.5. Çok düşük.)
Türban ve başörtüsü ayrımı yapay. Daha ziyade, başörtüsünü tehlike gibi görenlerin, başını örtenlere "Sizinki bir siyasal simgedir; türbandır" diye dayatması sonucunda bu kelime siyaset diline yerleşti. Kimisi, dayatmayı benimsiyor ve başındakini "türban" diye nitelendiriyor. Kimisi, "başörtüsü" demekte ısrarlı. Öyleyse, türban yerine, başını örtenlerin sayısındaki gelişmeyi esas alalım. KONDA'ya göre, başını örtenler (bunun içinde eşarp, türban, çarşaf var) 5 yılda % 64'ten % 69'a çıkmış. TESEV ve A&G isimli araştırma şirketi ise, örtünen kadın oranının % 61 olduğunu ve eskiye göre azaldığını söylüyorsa da, aradaki birkaç puan fark önemli değil. Sansasyonel haber türbanda. "Türbanlı sayısında 4 misli artış" manşeti, kimilerinin tüylerini ürpertiyor. "Aman ha... şeriat mı geliyor ne?"
Ali Çarkoğlu ve Ersin Kalaycıoğlu'nun birlikte yaptığı bir başka araştırmaya göre (Açık Toplum Enstitüsü/Sabancı Üniversitesi), Türkiye, hem muhafazakârlaşıyor, hem de kendini "sağcı" diye niteleyenlerin oranı artıyor. Bu arada pekâla, başını kapatanlarda da birkaç puan artış olabilir. Ama bunda korkulacak bir şey yok. Neden mi? Bir örnekle açıklayalım: KONDA, başörtülülerin, % 72'sinin AK Parti'ye oy verdiğini belirtiyor. Ama, Avrupa Birliği'ni en çok destekleyen seçmen tabanı da AK Parti'de. Açık Toplum Enstitüsü/Sabancı Üniversitesi araştırma sonuçları bunu gösteriyor: Türkiye genelinde AB'ye taraftar olanların oranı % 55.8. AK Parti'ye oy verenlerin içinde AB'ye taraftar olanlar % 64. Türkiye ortalamasının üstünde.

Pakistan

Hem Hindistan, hem de Pakistan, İngiliz yönetiminden 1947 yılında kurtulup, bağımsızlıklarına kavuştular. Ama nedense, bu iki ülkenin kaderi aynı olmadı. Hindistan'da hiçbir zaman darbe yapılmadı. Pakistan ise, darbelerden bir türlü kurtulamadı. Sık sık tekrarlanan darbeler, istikrar getirmek bir yana, istikrarsızlığı daha da artırdı.
Muhammed Ali Cinnah, Pakistan'ın kurucusu ve bir anlamda Atatürk'e benzeyen bir lider. Ama, Pakistan bağımsızlığını kazandıktan bir yıl sonra hayatını kaybediyor.
İlk darbe 1958'de... General Eyüp Han, arkasından General Yahya Han (1958-1971).
1977'ye kadar sivil iktidar. O döneme Zülfikâr Ali Butto damgasını vuruyor.
1977'den 1988'e kadar, darbeci Ziyaül Hak'ın dikta rejimi.
Benazir Butto ve Navaz Şerif'in iktidar dönemleri; Navaz Şerif, 1999'da General Pervez Müşerref tarafından devriliyor.
Görüldüğü gibi, sivillerin iktidarı, askeri rejimlerden çok daha kısa. Zaten, sivil yönetimler sırasında da, sosyal dalgalanmalar, kavgalar hiçbir zaman sona ermiyor.
Pakistan ile Türkiye iki kardeş ülke. Siyaset adamı asmak, şiddet eylemleri yaşamak, darbelere maruz kalmak açısından benzer yönlerimiz de mevcut. Bununla birlikte, Türkiye, bu gibi olayları artık geride bırakmışa benziyor. Pakistan ise hâlâ, fatura ödemeye devam ediyor.
Benazir Butto'nun yaşadıkları, Pakistan'ın siyasetteki çalkantılarının adeta bir yansıması. Babası Zülfikâr Ali Butto 1979'da idam ediliyor; kendisi önce ev hapsinde kalıyor, sonra sürgüne gönderiliyor; erkek kardeşlerinden biri zehirlenerek, diğeri vurularak öldürülüyor. Ve nihayet dün, İslâm dünyasının ilk kadın başbakanı Benazir Butto, suikast neticesi hayatını kaybediyor. Allah rahmet eylesin. Dileriz kardeş ülke Pakistan, bir an önce kendisini toparlasın ve serbest seçimlere gidilebilsin.

2007'in Enleri

- En çapkını: Carla Bruni ile aşkını gözler önüne sermekten çekinmeyen Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy.
- En kaçkını: Türkiye'den kaçmak için fırsat kollayan Fazıl Say.
- En bıçkını: Hugo Chavez. Amerika'yı takmıyor. İspanya'nın eski başbakanına "faşist" diyecek kadar pervasız.
- En yorgunu: Gecesini gündüzüne katıp, çalışmaktan bitap düşen Tayyip Erdoğan.
- En olgunu: Gerginlikleri yumuşatıp, Çankaya'yı uzlaştırıcı bir konuma getiren Abdullah Gül.
- En solgunu: Baraj altında kalan Mehmet Ağar.
- En saygını: Nobel ödüllü Orhan Pamuk.
- En baygını: Bir türlü dikine duramayan Deniz Baykal.
- En fazla geren: "Türkiye hiç bu kadar tehlikede olmamıştı" diye konuşan, üstelik bir de muhtıra veren Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt.
- En fazla yeren: Tayyip Erdoğan'ı "Göbeğini kaşıyan adamların" başbakanı ilan eden Bekir Coşkun.
- En gamlısı: Ülkeyi uçurumun eşiğinde gören YÖK eski Başkanı Erdoğan Teziç.
- En şanlısı: Şanını Godiva markasıyla uluslararası camiada da duyuran Ülker ailesi.

Sigaraya dair



Tütün ve Tütün Ürünlerinin Zararlarının Önlenmesine Dair Kanun teklifi, 2005'te verilmişti.O teklif güncelleştirildi ve Adalet Komisyonu'nda aynen benimsendi. Buna göre, lokanta ve kahvehanelerde sigara içilen bölmeler de bulunacaktı. Ama anlaşılıyor ki, tiryakiye bu kadarcık kolaylık sağlamayı Tayyip Erdoğan içine sindiremiyor. Tıpkı Fransa, İngiltere, Amerika ve İtalya'daki gibi, kapalı mekanda toptan yasak konulsun istiyor.
"Tiryaki haklarını" korumak üzere sütunuma bazı şiirler aldım. Biraz gülelim, biraz da düşünelim diye.
Demokrat bir tiryaki: "Sigara için, demedim; / İçin veya içmeyin; siz seçin!"
Aşık bir tiryaki: "Sigara, alkol ve sen! / Sigara, alkol hani bırakılır bir yerde. / Ya sen? Sigara gibi ciğerlerimde, / Alkol gibi kanımda dolaşan sen... / Seni asla bırakamam."
Sigaraya düşman bir tiryaki: "İnsana kancayı takar sigara / Ne dert ortağıdır, ne dost, ne sırdaş / Kendi tuzağına çeker sigara / Buğday benzin günden güne sararır / Akciğerin kömürleşir kararır / Yiğidin belini büker sigara..."
Kıskanç tiryaki: "Bir sigara kadar sevmedin beni; / Özlemedin beni; / Almadın ellerine / Bir sigara kadar yakın olamadım sana / Bir sigara kadar keyif veremedim sana..."
Hüzünlü tiryaki: "Bir sigara dumanı kadar hafif / Bir sigara dumanı kadar geçici / Bir sigara dumanı kadar başı boş / Hüzün denizinde boğulurken / Can simidi olur sigaram... / Ömrüm gözümün önünden geçer aynen bir film şeridi gibi / Bir sigara boyu kadar kısa / Bir sigara dumanı kadar hafif / Bir sigara gibi yalnız..."
Kararlı tiryaki: "Eskiden birinci işimdi sigara içmek / Şimdi ise içmemek birinci işim..."

Üşüyorum


.... saat 17:00 olmuştu kafam halen boştu doldurmak için caddeye çıktım aramaya başladım kendimi hayatımı beni var eden her şeyi ama bulamadım. Birkaç arkadaş beraber buluştuk saat 18:30'da birlikte tarlabaşı'na gitmeye karar verdik. Saat 19:30 divan otelinin arkasında bulunan parkta oturup soğuk havanın tüm gereksizliğini içimize hapis etme kaygısı idi bizimki. Doldurduk beynimizi beyinsizlik üzerine tüm yargıları sildik hep beraber. Amcalarım yine korumaya başlamışlar şahzadeyi ama nafile, kendilerini kollamaktan aciz bir durumda bulunanları başkalarını korumaya hangi kudret yeter ve ihsan ederdi.
İstiklal caddesi'nde galatasaray lisesi'nin önünde durdum kalabalık insan yığınının akışısı seyrettim seyrüsefer içinde herkes ve onları yönelten hisleri
İleri geri derken kendimi buldum tekrar boşlukda, boşluğumda sen vardın seni buldum orada. Elinden tuttum çekmek istedim ikimizi de o boşluktan ama hiçbir şey gelemedi elimden.
Seni düşünüyorum tekrar tekrar bakıyorum fotoğraflarına galata kulesi'ne girdim baktım istanbul'a aşıktım bu şehre, gecesi ise daha başka güzeldi. Buram buram fotojenik kokular sunuyordu insanlara... Bizler zaten fotoğraf olmuştuk bile.
Evime geldim üşümeye başladım donuyordum, kendimi ısıtmak için her şeyi yaptım ama olmadı halen üşüyordum. İçime girdin taaa derinlerine ama yine de olmadı, üşüyordum. Kalktım ve saçmalamaya başladım tekrar sensizliğin içinde...
(03:08) beni yok edecektin ama hala ben buradayım.

Ayrılık


* Biliyorum çok şey söylecektin bana. Hayatının sırlarına ortak edecektin beni. Kendini anlatacaktın, özlemlerini, beklentilerini, nasıl,
Ama araya ayrılık girdi.

* Sen anlatacaktın, ben dinleyecektim. Hiç bıkmadan bir dinleyici olacaktım. Ne kadar konuşursam o kadar mutlu olacaktım. Ağzından çıkan her cümleyi büyük bir açlıkla içime çekip beynime kazıyacaktım. Sonsuza kadar çıkmayacaktı oradan...
Ama araya ayrılık girdi.

* En sevdiğin şarkıyı söylecektin örneğin ben hemen çalacaktım. Bulamazsam, kendim söylecektim. En sevdiğin yemekten söz edecektin, ben üşenmeyip sana onu yapacaktım. "Duru sudan daha temizdir benim sevgim ; Sevgiyle bu oynayış da hakkımdır benim, halden hale girer başkaların da sevgi: Neyse hep odur."
Ama araya ayrılık girdi.

* Hayallerini anlatacaktın bana, ben de seninle o hayalin ortasın da olacaktım. Karın yağışına falan aldırmayacaktık, kendimizi güneşin ısıttığı kumsala atacaktık. Masmavi deniz bizi bekliyor olacaktı. Serin suların vücudumuzu ürpertmesine izin verecektik. Sonra yeniden kumsala uzanıp, hayalin içinde başka bir hayak kuracaktık. En çok nereye gitmek istediğini söylecektin, yolculuğa vuracaktık kendimizi. Git git bitmeyecekti yollar ama biz sıkılmayacaktık...
Ama araya ayrılık girdi.

* Bana sevdanı anlatacaktın, yüreğim heyecanla çarpacaktı. Bir sevgiliye sunuluş gibi sözcüklerin yüreğime işlecekti. Konuşssaydın, sözcüklerinle sevişecektim. Gözlerimi kapatıp, hazzın en dorukların da pervasızca dolaşacaktım. Kokunla sarhoş olacaktım.
Ama araya ayrılık girdi.

* Kelimeler tutuldu sende. Ben gözlerinle konuştum. Bir dalgıç edesıyla daldım derinlere. Bodrum katın da sakladığın ne var ne yok çıkardım gün ışığına. Utandın, sıkıldın, sakladın ama yorulmaz bir keşifle karşı karşıyaydın sen...
Ama araya ayrılık girdi.

* Kelimeler tutuldu ama gözlerin konuştu benimle. Sen sustun, gözlerin içini gösterdi bana. Bir konuşsaydın, ah konuşsaydın... Senin kıyılarına vurmuş ve binlerce seferden sonra yorulmuş köhne bir tekne olurum ben.

Saçmalamak


Gökyüzüne uçuyorum kanatlarım bomboş kanatlarımın arasına almak istediklerim elbet de var ama sı alamıyorum. Uçmak sonrası yamaç paraşütçüsü olup dönüp dolanmak istiyorum tikpi çevrende deli dolu dolanmışlığın gibi...
Dolanmışlık deyince senin beni doladığın dolambaç için dolanıyorum halen. Evlilik nedir ?
evlenmek istemek peki ama neden ?
bir insan neden evlenir, yuva, çocuk ve aile kaygısı için mi yoksa başka nedenler arar isek yanlış mı olur
Karaköy'e yıllar önce girmiştim orada ki banyolardan gelen abuk subuk yani iğrenç koku beni oraya bağlamak isteyen tüm zincirleri kırmıştı. Sevdiğim insanlar oldu millilik davalarını her zaman en üst seviye de tuttuk.
Seni istemek seni sevmek seni arzulamak
gerekçe ne peki ?
seks mi ?
Akşam taksim de dolaşırken zırt pırt polis çevirmeleri kimlik sorgulamaları usandırmıştı.
Tersledim polisi yeter dedim adım atamıyorum artık kavga etmek istedim Tarlabaşı ara sokaklarına girdim. Canım uyuşturucu istedi aklıma bir bara girip eğlenmek geçerken bir taraftan da saçma olan hayatıma saçma sapan duygular ekleme kaygısı idi benim ki
Canım sıkıl dı aksara'a indim sevişmek istedim birden öyle işte telefon açtım madam pezevenke reina vardı sordum orda mı diye
gicik bir pezevenkti kendisi bir keresin de dövecektim adı himm yıldız güneşin olmak istedim bir orospunun gölgesin de
düşündüm bu da yanlış geliyor du bana mantıksız yaşamak istemek mantığın dışına çıkmak ters gelen dünya hayatının tersliği için de kaygılanmak
Yok yok şaka kaygı yok tasa yok hiç bir şey yok aslın da hayat yok hayatı hayat yapan bizler hayatı mahvettik. Tebrikler
Sonra OteLe gittik yatağa oturduk yaktık bir sigara o da istemişti ona da verdim sigara çok içten çekiyordu dudaklarımı dudaklarına
sonra banyo yaptım ama yine de kendimi temiz hissetmedim
Yanlışlar yapılıyor hayat geçiyor kavramlar yok oluyor du
o geldi ve bana bir öpücük kondur du
tekrar çıktım bara gittim
kafam iyi idi sarhoş olmuştum ve en üst seviye de uçuş modu ile yolculuğa çıkmıştım.
Benimle gelirmisin ?

Yılan Çocuk

İhlas haber ajansın haberine göre dünya ya gelen çocuğun yılana benzeterek haber yapması, sonra olayın Harlequin tipi iktiyozis deri hastalığı olduğu ve olayın dini boyutlar da olup olmadığı (çocuğun annesinin evdeki çocuklara yılan benzetme yapması ile) konuları halk arasın da konuşuluyor. Video yu izledim gerçekten içim cız etti...

Süpermen

Her sabah aynaya baktığınız da Süpermen’i görmek nasıl bir duygudur biliyor musunuz ? Durun size anlatayım. Demir kadar sert kasları vardır. Yakışıklıdır ve karizmatik de aynı zamanda. Bir uçakla aynı hız da hatta ondan çok daha hızlı uçabilir.
Başınız dertte ise hemen bulur kurtarır sizi, düşmanları vardır ve kriptonite dayanamaz ama bir şekil de hepsini alt eder Süpermen, gerekirse kiptoniti de yer ve hepsinin üstüne tükürüverir.
Her sabah aynaya baktığımız da küçük bir çocukla karşılaşmak nasıl bir duygudur biliyor mu su nuz ? Yalnız küçük bir çocuk yarın daha büyüyecek olduğunu bilen kararlar arasında yalnız yürüyen ama hiç üşümeyen yorulmamış ve yorulmayacak olan her sabah aynaya baktığınız da ne oyu görmek nasıl bir duygudur biliyor mu sunuz ? Matrix den arkadaşın neo yüzünü yıkayıp güne başladığın da her şeyi çözecek. Az sonra hayatla ve gerçekle ilgili her şeyi o seçmiş olan the one her sabah aynaya baktığımız da gözlerimizin şişmiş olduğunu yada sakallarımızın uzamış olduğunu veya ayna da kini hiç ama hiç bu kadar bile görmeyip günle ilgili bir önceki gece ile yada ayna da görünmeden başka biri ile ilgili başka şeyler düşünmekten başka bir şeydir.
Her sabah aynaya baktığınız da yukarı da saydıklarımı görmek ve her sabah aynaya baktığım da Süpermen’i küçük bir çocuğu neo yu vs vs. görenler her sabah aynaya bakıp da başka şeyler düşünenlere kadar başarılı görünemezler. Yaşadıkları zaman ve çevre için de onlara her sabah aynaya bakıp sakallarım uzamış ya da gözlerim şişmiş, gözleri ile bakan gözler arasın da başka şeyler düşünmeye itilmiş, başka şeyler zincirlenmiş, kendi kendinin tutsağı insan yığını arasın da neyse ki kendi kanatları ile uçacak önce bunu hak edip sonra gerçekten başarılı olacak yaşayacak. İçine çekti oksijeni hakkını verecek, tüm insanlar sanatçılar üretecek olanlar aynaya başka gözle bakanlar geriye kalacak ve geri de kalmış planların asla yakalayamayacak oldukları nereye baktıklarını bile görmeyecek oldukları hayatın kenarına geçip gitmeleri gibi.
Hiçbir zaman güçlü, yakışıklı, karizmatik bir uçakla aynı hız da ve hatta ondan çok daha hızlı uçamayacakları gibi her sabah aynaya bakıp bugün de yaşıyorum ve yeni bir hayata başlıyorum. Önüm de her şey ve herkese rağmen deyip kanatlarını düzeltenlerinindir. Bu hayat sürünenlerin yada kendi kovuğun da ağlayanların başını dertte sanıp yardım bekleyenlerin sürekli ve süreli başkalarına ihtiyacı olanların yine de dostsuz kaldım ne yazık ki diyenlerin değil, dost olabilenlerindir. Yaşıyorum ve yeni bir hayat başlıyor önüm de annem anlamsızca kollarımı ovuşturduğumu yüzümü yıkadığımı ve niye kollarıma kendime hayran hayran baktığımı sorgular gibi bakıyor yüzeme aynadan.
Kanatlarımı düzeltiyorum
Kanatlarımı düzeltiyorum anne
Kendimi bildim bileli
Her sabah yaparım bunu
...

KAR


Kar insan hayatında önemi bilinir mi tartışılır ama karı mucizelerle dolu şekilleri ile halen keşfedilmeyi bekleyen cisimlerdir. Kar suyun donmuş halidir.
\
Birbirleriyle gevşek bir şekilde bağlanarak kar tanesini meydana getiren kristaller birbirlerinden o kadar farklı şekillerde oluşurlar ki, hiçbir kar tanesi bir diğerine benzemez. Karlı bir günde sadece bir büyüteçle bile kar tanelerinin birbirlerinden tamamen farklı şekillere sahip olduğunu açıkça görebilirsiniz.

\
Yeryüzüne birbirinin aynısı olan bir çift kar tanesinin düşme ihtimali oldukça zordur. Şimdi sadece bulunduğunuz yere yılda ne kadar kar tanesinin düştüğünü bir düşünün. Bol kar yağan dağları ve her zaman sıfırın altındaki sıcaklığı ile kutupları bir düşünün. Bütün bunları bir kenara bırakıp bir genelleme yapın ve her yıl dünyaya düşen kar miktarını bir düşünün. Şaşırtıcı olan şudur: Elinizde bir imkanınız olsa ve bütün bu yağan tanelerini biraraya getirip inceleyebilseniz hepsinin birbirlerinden tamamen farklı olduklarını görürsünüz. Bunun nedeni, kar tanelerini meydana getiren su moleküllerinin moleküler özelliği ve kar kristallerinin buna bağlı olarak farklı geometrik yapılarda oluşmalarıdır.

Bir kar tanesi küçük bir toz tanesi etrafında oluşmaya başlar. Bu sadece birkaç mikron büyüklüğündedir. Meydana gelen bu mikroskobik şekil altıgendir ve bu yapı buzun kendi yapısından yani suyun moleküler özelliklerinden kaynaklanır. Oluşan bu kristal gitgide büyür ve köşelerinden itibaren küçük kollar oluşmaya başlar. Hava soğudukça bu kolların büyümesi biraz daha hızlanır. Hava değişimlerine maruz kaldıkça, oluşan bu yapı üzerinde kılcal uzantılar gelişir. Kar çevreye savruldukça ve değişik koşullara maruz kaldıkça bu yapılanma devam eder ve her koşula uygun farklı bir özellik kazanmaya başlar. Tek bir kar tanesindeki her kol aynı gelişmeyi yaşadığından bütün kollar birbirine benzer ve son derece kompleks bir yapı meydana gelir. Meydana gelen altıgenle bağlantılı olarak altının katlarına bağlı bir simetri oluşur ve kristal üç boyutlu yapısını kazanmış olur.
\

Kar taneleri mükemmel geometrik şekilleriyle adeta gökyüzü çiçeklerine benziyor. Bir tanesini bile en dahi mimar dakikalarca uğraşmadan çizemeyeceği halde, Allah milyarlarcasını her saniyede şekillendirip, eşit ağırlıklarda kesip yeryüzüne gönderiyor. İngiliz bilim adamı 24 bin kar tanesi üzerinde yaptığı araştırmada hiçbirisinin birbirine benzemediğini ve hepsinin harikulade motiflerle süslendiğini görüyor ve sonunda şu kanıya varıyor: Dünyanın yaratılışından bu yana yağan kar tanelerinin hiçbirisi birbirine benzemiyor. Yağmur ve kar, fırtınalı havalarda dahi yağarken birbirleriyle çarpışmaz. Eğer çarpışsalar yeryüzüne gelinceye kadar dev kütleler oluşturup bizlere zarar vereceklerdi. Bu da kütlelerinin en hassas terazilerin ölçemeyeceği hassasiyette birbirine eşit olduğunu gösteriyor. Zira birbirinden ağır maddeler düşerken, ağır olanı daha hızlı yol alarak önünde bulunana çarpabilir ve kar tanelerinde de birleşme özelliği olduğundan zararlı kütleler oluşturabilirlerdi.
İngiliz bilim adamı, 24.000 kar tanesi üzerinde yaptığı araştırmada hiç birisinin birbirine benzemediğini ve hepsinin hârikulâde motiflerle süslendiğini görüyor ve sonunda şu kanıya varıyor: Dünyanın yaratılışından bu yana yağan kar tanelerinin hiçbirisi birbirine benzemiyor. Yağmakta olan kar tanelerini alıp incelediğimizde yeni yeni şekiller görmek kaçınılmaz. Sanatkârı takdir etmemek ise mümkün değil! Her yarattığını, özellikle insanı, benzeyen özellikler içinde benzemeyen nice farklarla yaratan evrenin muhteşem sanatkârı için, milyarlarca kar kristalini ayrı ayrı güzellikte ve desende Bedî ismiyle, orijinal biçimde yaratmanın hiç de zor olmadığını, günümüz bilimi, görmek isteyen her göze fotoğraflayıp göstermektedir.
Orijinal kar kristallerinin bu gizemli ve ihtişamlı özellik ve güzelliklerinin anlaşılmasından sonra, bunların fotoğraflarını çekmek, âdeta bir sanat haline gelmiştir.

Varsayalım PKK kazandı

Hürriyet Gazetesi Yazarı Özdemir ince köşe yazısın da geçen başlık da ki konu sizce neleri getirir. Sonuç da PKK yanlıları bu insanalar kendilerince olacak bir dava için mücadele ediyorlar. Eyalet sistemi tartışmaları ve ABD peki bu eyalet sistemi biz de olursa yok ülke bölünür vs. tartışmalara yol açtı sizce bu ne kadar doğru peki ABD'de kaç millet ve ırkın yaşadığı biliniyor mu ? ABD'nin de bölünmemesi bunca zaman ayakta kalması bu tezleri çürütmüyor mu ? konu ile ilgili yorumlar

Marmaray Projesin de dev adımlar


Avrupa ile Asya'yı bir birine bağlayacak olan bu tünel yavaş da olsa adımlar birer birer atılıyor. 1999 depreminde olduğu gibi umarım mutahitler su altında yapılan bu tünelden beton ve demir çalma girişiminde bulunmaz. Temellim budur ki bu çalışma sonucunda bize olduğu gibi tün dünya ya faydalı olacağı kuşkusuz ne diyelim bir an evvel bitip bu değerlerden faydalanmak hepimize nasip olur. Dünya'nın en derin olarak bilinen tüneli ABD'de ki bart tüneli 41 metre derinlikte olarak bilindiği, Marmaray tüneli tüplerin 60 metre derinliğe konulacağı belirtildi haberin devamı

Kızlık Zarı Diktirmek Helal mi ?

Sizce ne kadar doğru ? "Mısır da Baş Müftü kızlık zarı diktirmek helaldir fetvası " Sizce bu zina ya teşvik olmaz mı haberin devamı sizce bu fetva Türkiye'de de verilmeli mi ?